11 Aralık 2009

2010


2010 için dileklerim:

askere gidenler çabuk çabuk gitsinler sağsalim gelsinler.
arayıp sormayan vefasızlar inandıkları ne varsa ondan bulsunlar.
lütfen bencil olmayalım.
sevgilisi olanlar tadını çıkarsın cılkını çıkarmasın.
sınava girecekler girsinler giriş o giriş olsun bi daha olmasın.
işsizlere iş aşsızlara aş çaresizlere çare olsun.
çocuk isteyenlerin çocuğu olsun istemeyenlerin olmasın dikkat etsinler
CERN'deki LHC deneyi gerçekleşsin.
şişmanlar zayıflasınlar.
hastalık felan kalmasın.
dünya barışı olsun.

bana da ortaya karışık güzel bişeyler olsun

6 Ekim 2009

Rinoceronte vestido con puntillas


yukarıdaki heykel salvador dali'nin "dantelli giymiş gergedan" adlı heykeli. ispanyanın marbella kentinde bulunuyor. daliciğim bir gergedanı sanat eserine dönüştürmüş. zaten kendisi afrika hayvanlarını eserlerinde sıkça kullanmış. gergedanın üstünde ve yanında kocaman deniz kestaneleri var. tamamen gerçek dışı bir görüntü estetik açıdansa mükemmel işte buna da sürrealizm diyoruz saçmalıktan sanat yaratmak.
dali'den bahsedince memleketlileri ve bi dönem kankaları federico garcia lorca ve luis bunuel'i de anmadan geçmeyelim.
dali'nin bunuel ile çektiği sürrealist filmi şuradan izleyebilirsiniz ki bu film baş yapıt olarak kabul edilir. tarih ise 1929
ve bir kuple lorca şiiriyle(kaçışa gazel) bitirelim:

Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya, suyu bilmeden,
Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.

NOT: bunu okurken şunu dinleyin una palabra - carlos verala




17 Eylül 2009

en sevdiğim sayı


ne zamandır blog yazmıyorum. içsel bi tıkanma yaşıyorum diyelim. sadece onla kalsa iyi dışsal da bi tıkanma yaşıyor olabilirim (kabız falan olmadım). sol kulağım da işitme kaybı var bi de kalbim pıtpıt edip sıkışıyor her an gidebilirim yani.
bakıyorum eşim dostum izlediği filmlerden, okuduğu kitaplardan bahsedip playlistler falan oluşturuyor. ben de sıkıldım artık bunlardan bahsetmekten. zaten hayatım desen çok cafcaflı alengirli entrikalı falan değil, deli gibi gezip tozmuyorum. ilgiyle okunacak bi olayım yok.
işte sevgili takipçilerim burada sizin devreye girmenizi istiyorum ve etkileşimli blogçuluk dönemini başlatıyorum. şöyle olacak bu iş, bana çeşitli iletişim araçlarıyla ulaşıp, "peppercutcığım ben şu konuda bir yazı yazmanı istiyorum" diyecekseniz bende bilgi dağarcığımda "şu konu" hakkında bilgim varsa yazacağım fakat bilmediğim bir şey ise yazmayacak mıyım? (rhetorical question) yazacağı tabii ki.onu da araştırıp soruşturup yazacağım. böylece araştırmacı bloggerlık dönemini başlatıyorum hem etkileşimli hem araştırmacı.
bi de gider ayak gereksiz bilgi vereyim büdü'nün en sevdiği sayı 6, edi'ninki ise 8.432.721

gülün de öyle gidin...

26 Haziran 2009

michael jackson ve 3 ayak


bugun size apaçık püri pak bir yazı yazacağım. çok karmaşık yazıyormuşum. anlamıyorlarmış. olsun bebişim anladığın kadar bak ben de artık anlaşılacak şeyler yazacağım.
nedense hep ölülerin ardından yazıyomuşum gibi olacak (bkz:ayselciğim) ama maykılım ceksınım da intikal etti öteki dünyaya artık sevdiği hortlaklara zombilere hayaletlere karıştı. adam 6 yaşından beri sahnedelermiş böyle bi insanın normal olması beklenemezdi zaten o da değildi oynadı burnuyla yüzüyle rengiyle. bi pedofillik meselesi var gerçi suçsuz bulundu ama amerikan yargısı işte ne kadar paran varsa o kadar kanun yanında yada öyle bi imajı var amerikan hukuğunun (sanki türkiye'deki hukuk da amerikaya lafediyorum. guguk bizimki neyse). ee artık şarkılarda yaşıyacak maykılım...
gelelim kişisel konulara efendim peşimde 3 ayaklı bi yaratık dolanıyor kesinkes ve bu ööle bi yaratık ki kedi köpek kılığına girmiş efendim tırsıyorum. (merak yarattım) malumunuz bir süredir istanbuldaydım düğün dernek işleriylen uğraşırken zamanın nasıl geçtiğini unutuvermişim sonra taşradaki evimi hatırlayıp da döndüm ama olay istanbulda başladığı için hemen istanbuldaki evime dönüyorum( hikayesel olarak yani...) bildiğiniz üzere benim istanbuldaki evim (malikane) bodrum katıdır bahçeye bakar (bahçe dediysem bahçe duvarı) o yüzden hayvanat eşrafından bilumum mahluğun eve girmesi kaçınılmazdır. ve genelde bahçeye bakan camlar kapalı oluyor. bir gece bahçeye bakan odada uyurken camdan tıkırtılar geldiğini işittim. bu tıkırtıların giderek artmasıylan yattığım yerden üşenmeyip kalktım perdeyi açıp dışarı baktım. o esnada dışarda tıkırtıları yapmakla meşgul olan heyvan da bana baktı. evet bu hayvan bir kediydi. tamam çok şaşırmadınız "ne olacak kedi bu yahu" dediniz işte bu sözlerinizi size yedirecek vurucu kısmı geliyor: kedinin üç ayağı vardı efendim. beni görünce yavaşça ve sekerek uzaklaştı. bu tripod kediyi evin etrafında bu olaydan sonra sıkça gördüm evin etrafında sıkça görmem o an için bir anlam teşkil etmemişti taaaa(yeter) ki anlatacağım mütakip eden şu olaylara kadar: istiklal caddesinde avare bir şekilde insan manzaralarının tadını, yaşayan şehrin canlılığını içime çekerken börgır kingden aylak aylak hatta havalara bakarak galatasaray lisesinin oraya yürüyor idim. bu küçük mutluluk anımda ben galatasaray meydanına bir çırpıda yürümüştüm. her zamanki gibi çok kalabalıktı bir insan deryası üstüme geliyordu. işte bu hercümercin içinde ayaklar altında kırmızı bir tasması olan yere oturur vaziyette bir kedi gördüm. çok sakin bir şekilde ne insanlaran korkuyor ne de hareket ediyordu. böyle bir sahne tabii ki dikkatimi celbetti. tramvay çıngırağını duymamla kafamı arkaya döndürdüm kenara çekildim. tekrar kediye baktığımda ise kedinin benden uzaklaştığını gördüm. ve o da nesi!? bu kedinin de 3 ayağı vardı topallıyordu. ama ben gayet bilimsel ve analitik düşünen bir insan olduğum için kedilerde sol arka ayağı kaybetbe oranının gayet yüksek olduğuna dair bir çıkarım yaptım ve nezih yürüyüşüme devam ettim.
istanbul günlerim hızla geçmiş memleketime döneli bir kaç gün olmuştu. istanbuldaki hızlı yaşamdan sonra (!!!!) denizlideki aile hayatımın uyku düzenine ve aşırı sıcaklara alışamamış gece uyuyamamıştım zaten gayet insomniyak bi insanımdır. biraz serinlemek biraz hava almak biraz da etrafı dikizlemek için balkona çıktığımda yolda karşıdan karşıya geçen bir köpek gördüm sıradan bir sokak köpeği değil kıvırcık uzun gri tüyleri olan cins bir köpekti. köpeğin yürüyüşünde ki aksaklığı farketmiştim fakat tam olarak karanlık olduğu için göremiyordum. köpek ışığa doğru yüdü ve... ve tekrardan o da nesi!? bu köpeğin de 3 ayağı vardı.
bütün bunları değerlendirerek bana hayatın, varsa tanrının bir mesaj gönderiyor olabileceğini balkonda gözlerimi kapatarak, yarı belime kadar kendimi aşağıya sallandırıp o boşlukta düşündüm. hiç bir anlam çıkaramadım, çıkardıklarımsa çok iç karartıcıydı zaten öyle tv dizileri gibi yaşamadığımız için hayatın her anından bir anlam çıkarmak gibi meziyetlerim de yoktur. vardıysalar bile artık çok köreldiler.sonra bir bardak su içip yattım. nasıl uyudum onu da bilemedim...

10 Nisan 2009

süt


ben konuşma konusunda beceriksiz bir insanım çok çok önemli konuları konuşmaktan hep kaçarım etrafında dolaşırım yalan söylerim içine düşeceğim bir kuyu gibi yanına yaklaşmam kısaca konuşma işini beceremem.
yazı yazma konusunda ise artık tamamen yeteneksiz olduğumu düşünmekteyim ne demek istediğimi anlatamıyorum blogumdan anlaşılacağı üzere.
insanlarla iletişim kuramıyorum kısaca. iletişim derken çay söylemek, veznedarla görüşmeyi kastetmiyorum tabii...
neyse sağlıklı insanlar bunları dert etmez, ne yapar?
süt içer!

8 Nisan 2009

şakacı=joker


arkadaki güzel fon müziğiyle bir kaç veda cümlesi söyleyip hayatı anlamlandıracağım tabii ki her bölümün sonunda size bir ders vermem gerekir, gerekmeseydi niye izleyecektiniz ki? ama ben vaz geçiyorum artık tamamen komformist bir kısır döngüyü kabullenip size basit sorular sormak niyetindeyim. sadece bazen güzel bir fon müziği gaza getirebilir ancak beni...
artık yaşınız ilerledi oturun durulun evlenin çocuk falan yapın öyle kredi kartı reklamlarının gazına falan gelmeyin bıraktığınız iz a ile b arasında olsa bile kalkıp bedava uçacağım diye o kadar borçlanmayın dedim ya makul taksitler işinizi görür...
yeni arkadaşlarınızla ev gezmeleri kısa yolculuklar küçük çılgınlıklar yapabilir alkol komasına girebilirsiniz nihayetinde bunlar ölmek gibi sıradan şeyler...
ironi işini hiç beceremiyorum nitekim, hayatı tiye alamıyorum, o zaman sorayım?
why am i so serious?

17 Mart 2009

kötülük çiçeği


kimseye itiraf edemediğiniz sırlarınız ,en karanlık köşelerde kalmış korkularınız, kendinizi bile kandırdığınız yalanlarız ve tüm kusurlarınızla ilk önce kendinizi sevin veya sevmeden önce bütün bunlarla yüzleşin ve ortaya çıkın. sizi olduğunuz gibi kabul etmezsem yada sizi sizden daha az seversem yüzüme tükürün çünkü ben de en az sizin kadar (belki daha fazla) yalancıyım, korkağım, beceriksizim.
a kişisine kafan az çalışıyor, b kişisine koca göbekli, c kişisine ne istediğini bilmiyorsun dersem de sizi böyle seviyorum.
asla benim kusurlarımda veya size göre hatalarımdan (niye hata ki?) kendinizde bir suç aramayın bütün suçu üstleniyorum ama varolduğum için sizden özür dilemeyeceğim veya varlığımın böyle olması benim suçum değil.
o yüzden hepinizi seviyorum ama çok şımarmayın her an sivri dilimin tadına varabilirsiniz...
not: bu gönderinin sevgi böcüklüğü ve hippilikle uzaktan yakından alakası yoktur, sert soğuk acımasız gerçekler göz önüne alınarak yazılmıştır.